DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Diğer haberler ve analizler
Dünya ekonomisi: 2004te büyümeye giden sorunsuz bir yol yok
Nick Beams
24 Ocak 2004
En son yayımlanan göstergelere göre, dünya ekonomisi ile ilgili beklentiler, geçtiğimiz beş yılda olduğundan daha parlak. Wall Street 1996dan ve Tokyo 1986dan bu yana en iyi günlerini yaşarken, borsalar yükselişte; gelecek yıl yüzde 3 ile 4 arasında büyümesi beklenen ABD ekonomisi toparlanıyor; Japon ekonomisi büyüme sinyalleri veriyor ve Avrupadaki durgunluk belirtileri yok olmaya yüz tutuyor gibi.
Hatta Financial Timesın kısa bir süre önce yayınlanan bir başyazısında ABD için "Goldilocks ekonomisine" – 1990larda büyümenin "olması gereken kadar olduğu", yani enflasyona yol açmayacak kadar büyük, buna karşılık istihdam piyasasının büyümesini sağlayacak kadar büyük olduğunun iddia edildiği dönem – bir dönüşün yaşanabileceği beklentisinden söz ediliyor. ["Goldilocks" Türkçede altın sarısı saç lülesi anlamına geliyor. Bir dönem Batılı burjuva iktisatçılarının yoğun olarak kullandıkları "Goldilocks economy" teriminin Türkçe karşılığı bulunmuyor. Beams, yukarıda terimin ne anlama geldiğini açıklıyor. – ç.n.]
Buna karşılık, eğer borsalardaki hareketlenmenin ve son ekonomik verilerin arkasında ne olduğu incelenirse, dünya ekonomisinin sorunsuz bir büyüme yoluna girmek yerine, yeni bir derin dengesizlik dönemine girdiği açıkça görülür.
Bu dengesizliğin kalbinde Amerika Birleşik Devletlerinin 2003 yılında artan borçluluğu yer alıyor. Bu yıl cari işlemler açığının 550 milyar dolara ulaşarak – gayrı safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 5inden fazlasına denk geliyor – ABDnin dış borcunu 3 trilyon dolar civarına ya da GSYİHnın yüzde 30una yakın bir noktaya çıkaracağı tahmin ediliyor.
Federal Reserve Boardun [ABD'de merkez bankasının işlevlerini yapan banka sistemi –ç.n.] başkanı Alan Greenspan, 20 Kasımda para politikası üzerine yaptığı bir konuşmada, artan cari işlemler açığı ve "finanse edilmesi gittikçe daha zorlaşabilecek olan" artan dış borç stokuna ilişkin "büyüyen endişeye" işaret etmişti.
Greenspan, dış borcun GSYİHya oranının her yıl yüzde 5 yükselmesi nedeniyle, şu ana kadar "görüldüğü kadarıyla olaysız bir biçimde" finanse edilmiş olan bu borcun artmaya devam etmesi durumunda "gelecekte düzeltmelerin olabileceği" uyarısını yaptı. Greenspan şu soruyu soruyordu: "Uluslararası finansal aracılık, dünya finansının ulusal tasarrufları sınır ötesine taşıma kapasitesini daha ne kadar zorlayabilir?"
Mali Piyasalar Merkezinin yayınladığı bir rapor, bu işlemlerinin ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor. Rapor, 2002de ABDye olan net sermaye akışının 528 milyon dolar olduğunu belirtiyor. Bu, dünyanın geriye kalanında gerçekleşen net sermaye akışının yüzde 75,5ine karşılık geliyor. Son 12 ayda cari işlemler açığı büyüdüğünden, 2003 rakamı muhtemelen daha yüksek çıkacaktır.
Japon hükümetinin, para piyasalarına, yenin değerini istikrarlı tutmak için yaptığı müdahalelere ilişkin olarak yayınlamış olduğu rakamlar da, finansal akışın boyutu ile ilgili bir başka gösterge sunuyor. Maliye Bakanlığı, yenin, dolar karşısında değer kazanmasını engellemek ve bu şekilde ihracat pazarlarını korumak için bu yıl 20.057 milyar yen (180 milyar dolardan fazla bir tutara karşılık geliyor) harcamış. Bu tutar, 1999da rekor kıran rakamdan iki buçuk kat daha fazla.
Martta sona erecek olan mali yılın bitimine kadar para birimlerine müdahale amacıyla borçlanabileceği tutarı 21.000 milyar yen arttırarak 100.000 milyar yene ulaşacağını söyleyen maliye bakanlığı daha fazla müdahalede bulunmayı planlıyor. Nisanda başlayacak olan yeni mali yıl için borçlanma sınırı 61.000 milyar arttırılarak, 140.000 milyar yene yükseltildi –bu artış, ABDnin cari işlemler açığındaki artışın boyutuna hemen hemen eşit.
Japonyanın yaptığı yoğun müdahaleler, uluslararası finansal sisteme damgasını vuran bir sürecin sadece çarpıcı bir ifadesi. ABD doları uluslararası piyasalarda baskı altına girdikçe –bu yıl, ortalama olarak yüzde 11 değer kaybetti – Asya merkez bankaları, ihracat pazarlarını koruyabilmek amacıyla, kendi paralarının değerlenmesini önlemek üzere, müdahalede bulunmaya çalışıyorlar. Asya merkez bankalarının ABD doları alımları her ikisi de 500 milyar doları aşmış olan ABDnin ödemeler dengesi açığını ve federal bütçe açığını finanse ediyor.
Küresel ekonomist David Hale, 29 Aralıkta Australian Financial Reviewda yayınlanan bir makalesinde, Asya merkez bankalarının şu anda, 1.7 trilyon dolarla dünya yabancı para rezervinin yüzde 70ini ellerinde tuttuklarına işaret ediyor. Asya merkez bankaları bu rezervlerin yüzde 80 ile 90nı arasında değişen bir bölümünü ABD tahvil piyasasına yatırmış durumdalar ve bu yolla, sonuç olarak, ABDnin bütçe açığını finanse ediyorlar. Şu ana kadar bu finanse etme işlemi nispeten sorunsuz bir biçimde sürdürüldü. Fakat, eğer merkez bankaları ister siyasi nedenlerle – sözgelimi, ABDnin aldığı korumacı önlemlere misilleme olarak - isterse de doların değerinde bir çöküş yaşanacağı korkusuyla fonları geri çekelerse, bu büyük bir mali krizle sonuçlanacaktır.
Bu süreci 28 Aralıkta "Tepetaklak mantık" başlığı ile yayınlanan makalesinde tahlil eden Financial Times köşe yazarı John Plender, dünya ekonomisini şu anda "benzeri görülmemiş yüksek gerilimli bir deneyim" yaşamakta olduğunu belirtiyor.
"1990ların sonlarında açığı finanse etmek için esas olarak özel sermayeye dayanmış olan ABD, mali hovardalığını sürdürebilmek ve dolar-isimli gösteriyi devam ettirebilmek için şimdi Japonya, Çin ve yükselmekte olan diğer Asya ekonomilerinin resmi fon akımına bağımlı durumda. Bu, daha evvel 1914 öncesinde yaşanan serbest sermaye akışı döneminde, küresel sermayenin davranış şeklinin tam tersi. O zamanlar Birleşik Krallık dış hesaplarında büyük fazlalar veriyor ve gelişmekte olan ülkelere sermaye ihraç ediyordu. Bugün, dünyanın en zengin ülkesi, bu mantığı tersyüz edip, baş aşağı çevirmiş durumda. Böylece bir paradoksla karşı karşıya kalıyoruz … tek yanlılık eğilimli Amerika, yüksek iç tüketimi ve müdahaleci dış politikasını sürdürebilmek için, Çin Halk Cumhuriyeti gibi inanılması güç dostlara güvenmek durumunda."
Dünya ekonomisindeki dengesizlik sadece mali verilere değil, aynı zamanda büyüme rakamlarına da yansıyor. Morgan Stanleyin küresel ekonomisti Stephen Roacha göre 1995-2002 döneminde ABD dünya GSYİHndaki kümülatif artışın yüzde 96sını sağladı –bu ABDnin küresel ekonomideki yüzde 32lik payının üç katına yaklaşan bir oran.
Dünya ekonomisinin "çok köklü bir dengesizlik içinde olduğunu" belirten Roach, cari işlemler açığı veren ülkelerle -esas olarak ABDyle- cari işlemler fazlası veren Asya ve nispeten daha az ölçüde Avrupa arasında, "eşi görülmemiş bir fark" olduğuna işaret ediyor. Bu tür küresel dengesizlikler sürdürülemez olduğu gibi, ABDde "uzun süreli bir toparlanma, sürekli olarak düşen tasarruf oranları, sürekli olarak büyüyen cari işlemler ve ticaret açıkları ve sürekli olarak artan borç üzerinde inşa edilemez."
Bu dengesizliklerin ve yol açtığı gerilimlerin 2004te ve daha ilerisinde nasıl çözümleneceğini tam olarak tahmin etmek mümkün değil. Ancak bir şey tam bir kesinlikle söylenebilir: dünya ekonomisi şimdiki yolda ilerlemeye devam ederse, mevcut dengesizlikler ve büyük bir mali krizin yaşanması olasılığı daha da büyüyecektir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|